Ceyhun Balcı

Ayasofya üzerinden yürütülen efelenmeyle bir yandan iç ve dış kamuoyuna gövde gösterisi yapılırken diğer yandan da Cumhuriyet’e “meydan okuma” yolunda bir başka önemli adım atılmıştı. Doğrudan dil uzatılamasa da Diyanet İşleri Başkanı’nın kılıçlı gösterisine eşlik eden sözler Cumhuriyet’i ve kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü boy hedefine dönüştürmüştü. Atatürk’ü açıkça hedeflemek için uygun zaman ve zemin kollanmakta olduğu artık hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak denli açıktır.

Kılıçlı, lanetli meydan okumaya tepkiler sönümlenmeye başlamışken bu kez Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın’ın sesi duyuldu.

“150 yıldır başkalarının hikâyesini okuduk ve yazdık. Bundan böyle kendimizinkini yazacağız!” diyerek yine Cumhuriyet’i hedefe koydu. Böylelikle 2023 üzerinden yürütülen 100. Yıl güzellemelerinin içtenlikten yoksun boş sözler olduğu anlaşılmış oldu.

Böylece iktidar 100 yıllık parantezi genişleterek 150 yıla çıkartmış olduğunu kamuoyuna duyurdu.

Bundan böyle, Cumhuriyet’le birlikte, Cumhuriyet’e maya olan, hazırlık niteliği taşıyan süreç de işin içine katıldı.

Uzak olmayan gelecekte parantezin daha da genişletilip 200 yıllık bir zaman aralığına yayılması kimseleri şaşırtmamalı.

Şu anda monarşinin meşrutiyetle donatılması hedefe konurken daha da geriye gidip II. Mahmut döneminin Senedi İttifak belgesi de hedeflere eklenebilir.

Tam da burada bizim Cumhuriyetçi-Atatürkçü kesimin önemli bir algı yanlışına değinmeden geçmeyelim. Özellikle, son yıllarda kabaran Osmanlıcı-Abdülhamitçi eğilimlerin de bu yanlış algıdaki payını yadsıyamayız. Ama, hiçbir gerekçe tarihsel gerçeklerin çarpıtılması kadar yok sayılmasını haklı kılamaz saptamasını yapmaktan da kaçınmayalım!

Tük devrim tarihinin başlangıcı kimi kaynaklarda XVIII. Yüzyılın ilk yıllarına kadar uzatılır. Bir sonraki tarihsel gelişme öncekinin birikimiyle oluştuğuna ve öncekinden izler taşıdığına göre bunda bir yanlışlık olmasa gerektir. Yolu, yöntemi yanlış olsa da Osmanlı’nın bir çağdaşlaşma gerekliliğinin farkında olduğu kuşkusuzdur.

O zamandan başlayarak günümüze uzanan zaman aralığındaki pek çok gelişmeye de bu bağlamda bakmakta yarar vardır.

Yüz elli yıllık paranteze gelince!

II. Abdülhamit’i tahta çıkartan I. Meşrutiyet’ten başlayarak aynı sultanı tahttan indiren II. Meşrutiyet yakın tarihimizin önde gelen devrimci köşe taşlarıdır. Bu önemli köşe taşları görmezden gelinerek ya da Osmanlı dönemi olayı sayılarak bugünümüzü anlamamız da geleceğimizi öngörmemiz de olanaksızdır.

İktidarın bir bürokratı aracılığıyla kamuoyuna duyurduğu 150 yılla hesaplaşma kararı Cumhuriyet’e giden yolun önemli dönüm noktalarını hedefe koymuş olmaktadır. Başka deyişle düne dek Cumhuriyet’le sınırlı olan cephe Cumhuriyet’i kuran kadroları yetiştiren ortamı da savaşılması gerekenler listesine eklemiş olmaktadır. Anlaşıldığı kadarı ile iktidar Cumhuriyet ve kurucusu kadar onların yetişmesine önemli katkıda bulunmuş bir dönemle de kıyasıya savaşı göze almıştır.

Parantezin yüz elli yıla genişletilmesi önemli bir gelişmedir. Bu dönem biz Cumhuriyetçileri ilgilendirmez demek işin kolayıdır. Ancak, bu yolun hiç de geçerli ve doğru olmadığı akıldan çıkartılmamalıdır.

Unutulmamalıdır ki, Cumhuriyet kuruluşundan sonraki 30 yıl boyunca Düyunu Umumiye borçlarını ödemeyi son kuruşuna dek üstlenmiştir. Cumhuriyet Osmanlı’nın devamı değildir ama Osmanlı Cumhuriyet’in öncesidir.

Elbette iktidar daha önce pek çok örnekte görüldüğü gibi 150 yıllık parantezle hesaplaşmayı elindeki her türlü olanağı kullanarak yaşama geçirmeyi deneyecektir. Kamuoyu oluşturmayı bir ölçüye kadar başardığı öngörülse bile tarihsel gerçeğin hiç yaşanmamış gibi yok sayılması olasılığı yoktur.

Milli Mücadele karşıtı 150’liklerle hesaplaşarak var olmuş Türkiye’nin geçmişi demek olan 150 yılının yargılanma noktasına gelmiş olması acı gerçeğimizdir.

Azim ve Karar, 02.08.2020

By admin

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir