Prof.Dr.Mustafa Kaymakçı
Kovid-19 adıyla salgının ortaya çıkması,dünyada egemen olan endüstriyel sanayi,tarım ve hatta hizmet sektörlerinin tartışılmasını gündeme getirdi.
Acaba bunu yaratan sistem neydi? Bir kesim,çok basite indirgeyerek bu durumun iki somut sorumlusu olduğunu ifade ediyor.
Birincisi, zaman zaman çöküş belirtileri veren küreselleş(tir)me adıyla dünyaya dayatılan kapitalizm ve onun arkasındaki büyük sermaye.
İkincisi ise bu sistemin denetlediği bilim ve bilimciler.
Ben de bu görüşlere katılıyorum.Bu bağlamda kaleme aldığım yazılar,sırasıyla “Salgın Sonrası Ekonomi-Politik Çözümlemeler”,“Salgın Sonrası Bilim-Teknoloji Politikalarında Geleceğin Planlanması” ve “Salgın Sonrası Dünyada Daha Eşitlikçi Bir Düzen Nasıl Gerçekleştirilebilir? “dan oluşuyor.
Salgın sonrası merkez ülkelerinde kapitalist ekonominin,gelecekte de daha fazla adalet ve özgürlük getirmesinin olası olamadığı gözlemleniyor.Ancak kapitalizmin kendiliğinden, otomatik olarak ortadan kalkması söz konusu değil.
Üstelik Kovid-19 salgını karşısında ABD ve Avrupa ülkeleri ekonomilerinde iç talep düşmesine koşut olarak ciddi bir ekonomik yavaşlamanın yaşanacağı ve bunun sonucu olarak vergi gelirlerinde önemli düzeyde gerilemelerin olacağı bekleniyor. Bu da bütçe açıklarını ortaya çıkaracak.Ekonomik kaosun süresine bağlı olarak Çin ekonomisindeki yavaşlamaya çevre ülke ekonomilerinin de eklenmesiyle,önce küresel resesyon ve sonrasında küresel kapitalizmin restorasyon dönemi yaşanabilecektir.
Diğer yandan dünyanın içinde bulunduğu ekonomik krizin kötüleşmesinden ise en fazla etkilenecekler,genel olarak mavi ve beyaz yakalılarla küçük ve orta ölçekli tarımsal üretim yapan çiftçiler olacaktır.
Olasılıkla küresel kapitalizme karşı, muhalefetin genişlemesi ve güçlenmesi kaçınılmaz olacaktır, ancak bunun gelecekte nasıl şekilleneceği ya da etkisinin ilerici mi yoksa gerici mi olacağını kestirmek şu anda olası değil gibi gözükmektedir.
Bu bağlamda merkez ülkelerinde başlangıç için;
Birincisi; Keynesyen Politikaları’nın uygulanmasından başka çare yok gibi gözüküyor .
İkincisi de merkez ülkeleri, ulus devletlerle ilgili önlemleri alabilirler.
Ancak bu önlemleri alınırken otoriter iktidarlara yönelik uygulamalar ortaya çıkabilir, bir başka deyişle otoriter konsolidasyon olasılığı söz konusu olabilir.
Bu durum, çevre ülkelerindeki ekonomi-politik gelişmelerden de etkilecektir. Bu etkilerden birincisi, çevre ülkelerinde de ekonomilerin yavaşlamasından ortaya çıkacak kaynak aktarımının azalması olacaktır.İkincisi ise çevre ülkelerinde daha bağımsızlıkçı ve devletçi ekonomi-politika uygulayacak iktidarların ortaya çıkma olasılığıdır.
Türkiye gibi Çevre Ülkelerinde Geleceğin Ekonomi-Politikası neler olabilir?
Merkez ülkelerinden farklı olarak çevre ülkelerinde ekonomik resesyon daha vahim olacaktır. Ve şimdiye değin olduğundan daha yüksek düzeyde sanayi, tarım ve hizmet sektörlerinde büyüme, nüfus artşının gerisinde kalacak, gelir dağılımı olağanüstü bozulacak ve işsizlik tavan yapacaktır . Hizmet sektörlerinde eğitim ve sağlığa nitelikli erişim, eskiye göre bile daha aranır olacaktır.
Türkiye’de de “Bu Olumsuzluklardan Çıkış Yolunun Yakın Gelecekte Yükünü Kimler Çekecektir?” sorusu gündemdeki en önemli konudur.
Cevabı açıktır;çalışan büyük çoğunluk yoksullaşacak,gelir dağılımı,işşizliğin de artmasıyla daha da bozulacaktır.
Bunun siyasi sonuçlarının nasıl olacağı şimdiden kestirmek olası değildir.
Yaşanması olası olumsuz sonuçlara karşılık, Türkiye’de daha eşitlikçi yeni ekonomi-politik çözümler için yeni önermeler getirmek olasılığı da vardır.
Türkiye gibi çevre ülkelerinde uygulanması gereken politikaların ön koşulu ise ; küreselleş(tir)meyi doğru yorumlamak, özelleştirme politikalarına karşı çıkmak, devletçiliği/kamuyu savunmaktan geçmektedir.
Devletçi-planlamacı ekonomilerle,toplumun tüm kesimlerini kucaklayan,ancak öncelikle çalışanların sağlık, eğitim, beslenme ,barınma, kültür gibi temel gereksinimlerini sağlamak üzere işsizliğin, yoksulluğun, gelir eşitsizliğinin, toplumsal ve bölgesel eşitsizliklerin ortadan kaldırılması olasıdır.
Bu amaca uygun olarak kurumsal yapılar ile makro ve sektörel düzeyde kısa, orta, uzun dönemli öncelikleri iyi belirlenmiş ticaret, yatırım, bölgesel gelişme ve teknoloji politikalarının oluşturulması gerekmektedir.
Öncelikler tüm toplumsal kesimlerin geniş katılımıyla, demokratik bir biçimde belirlenmeli ve uygulanmalıdır. Belirlenen hedeflere göre devletin rolü yeniden belirlenmelidir.
Bu bağlamda izlenecek ekonomi-politikaların “Kamusal(Toplumsal) Mülkiyet ve Planlama” temeline oturtulması gerekmektedir. Üretim-tüketim ilişkisi, piyasa ölçütlerine göre değil, halkın demokratik karar ve tercihlerine dayalı olmalıdır. Bunun için çalışanların hem üretici hem de tüketici olarak örgütlülüğü gerekir. Bu süreç giderek siyasetin yeniden tanımlanmış bir devlet-toplum ilişkisi ekseninde örgütlenmesinin yollarını açacaktır.
Azim ve Karar, 18.07.2020