Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı (mustafa.kaymakci68@gmail.com)
Kapitalizm geldiğimiz noktada, zengin ve fakir uluslar ile toplumsal sınıflar arasında; gıdaya, sağlığa ve sağlıklı çevreye erişim açısından farkları derinleştirmiştir. Toplumsal açıdan bölünmüş bir dünya vardır.
Yoksul ülkeler çoğunlukla yetersiz besleme ve bulaşıcı hastalıklardan, zengin ülkeler ise aşırı beslenmenin yarattığı kronik hastalıklardan etkileniyorlar. Sağlıklı çevre giderek yok oluyor.
Bu nedenlerle kapitalist paradigmanın yarattığı sanayi,tarım ve hizmetler sektörlerinde işletme büyüklükleri,şekilleri, üretimin nasıl ve kimlerin denetiminde olacağı ve çıktılarının nasıl dağıtıma tabi tutulması konularında önemli değişimlere gereksinme vardır.
Dünyada daha eşitlikçi bir düzen nasıl gerçekleştirebilir?
Bu sorunun cevabı,elbette dünyada var olan bütün ilerici güçlerin gündemdeki en önemli konularından birisidir.
Bununla birlikte, bu idealin yaşama geçirilmesinde, şimdiki ortam ve koşullarda Batı’da, bırakınız kapitalist ekonomiyi savunan siyasal partileri,sosyal demokrat, sosyalist daha ilerisi toplumcu partilerinden de eylem beklemek gerçekçi bir yaklaşım değildir. Bunun, başta siyasi ve toplumsal olmak üzere ekonomik ve kültürel birçok nedeni vardır.
Bu bağlamda,emek-sermaya çelişkisi ile birlikte önümüzdeki çelişki,kimilerinin dikkate almaktan kaçındığı merkez ülkeler ile çevre ülkeler arasındaki çelişkidir,bir başka deyişle bunu yaratan kapitalist emperyalizmdir.
Doğunun İki Güneşi Yol Göstermişti
Tarihsel süreç içinde anılan çelişki konusunda günümüzde de geçerliliğini koruyan en doğru çözümlemenin, 20.yüzyılın birinci yarısında yaşamış“Doğunun İki Güneşi” nden çıktığı söylenebilir.
Bunlardan birisi, bir entelektüel siyaset adamı olarak bilinen Mustafa Kemal Atatürk’tür. Atatürk, emperyalizme karşı verdiği başarılı bir savaşla, sömürge ve yarı sömürge ülkelere örnek olmuş bir kişiliktir. O, “Müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerini milletler arasında renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı egemen olacaktır.” demişti . Bunun yanında içinden çıktığı toplumu dönüştürmüş, dönüştürürken eşitlikçi bir toplum düzeni yaratmak için ilkeler koymuş ve eylemler yapmıştı.
Bir diğeri ise Mirseyit Sultan Galiyev’dir. Galiyev, Rus egemenliğinde uzun süre kalmış Türk dilli halklarda ulusal bilinç yeterince oluşmadığı için öngördüğü “Turan Sosyalizmi’ni gerçekleştirememiş bir önder olarak biliniyor.
Yenilenirse, şimdiki ortam ve koşullarda Batı’da sosyal demokrat, sosyalist, daha ilerisi toplumcu partilerinden daha eşitlikçi bir dünya düzeni idealinin yaşama geçirebileceğini düşünmek ve eylem beklemek gerçekçi bir yaklaşım değildir.
Bu yaklaşımın geçerliğini Galiyev, ”Asya ve Avrupa Halklarının Sosyo-Politik, Ekonomik ve Kültürel Gelişmelerinin Esaslarına İlişkin Bazı Görüşlerimiz” adlı yazısında şöyle açıklamıştı:
“•Artı değerin özünde, işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki çelişkiden daha çok, ezen uluslar ile ezilen uluslar arasındaki çelişki vardır. Bir başka deyişle, kapitalizmin temel çelişkisi, “Proleter Uluslar” ile “Metropoller (Batı) ”arasındaki çelişkidir. Kapitalizmi ortadan kaldıracak çelişki de budur.
• Batı kültürü, kapitalist sömürünün yarattığı birikim üzerine kurulmuştur. Bu bağlamda Batı kültürü, bir yandan sömürünün devamını meşrulaştırır, bir yandan da mazlum ulusların bu sömürüyü ortadan kaldıracak özgün bir kültürün inşasını engeller. Dünyada, Batılı ve Kapitalist tek bir kültürün egemen olmasını dayatır.
• Batı ülkelerindeki sınıf mücadeleleri reformist temeldedir ve devrimci dönüşümü gerçekleştirmekten uzak kalmıştır. Çünkü Batı emekçileri, kapitalist ülkelerin dünya sömürüsünde aktardıkları kaynakların bir kesimini paylaşmıştır. Bu nedenle, metropol ülke emekçilerinin durumu, sömürgelerdeki emekçilere göre çok daha iyidir. Bu anlamda işbirlikçidirler.
• Batı işçi sınıfı, sınıfsal çıkarının kalıcı ve köklü bir şekilde korunmasını, emperyalizmin sürekliliğine bağlar. Batı işçi sınıfının bu niteliğinden dolayı, dünyadaki bütün emekçileri, bir cephede görmek ve örgütlemek başlangıçta olası değildir.
• Emperyalizme karşı dünya devrimi, mazlum ulusların emperyal devletlere karşı vereceği mücadele ile gerçekleşebilir. Mücadelenin başarısında, sömürge ulusların emperyalizme karşı verdikleri ulusal kurtuluş savaşları belirleyicidirler.
• Kapitalist dünya sömürüsüne karşı verilecek mücadelede, son çözümlemede “Proleter Uluslar Enternasyonalizmi” oluşturulmalıdır.”
Tarihsel gelişmeler , Galiyev’in değerlendirmesini haklı çıkarmıştır.
Batı’nın toplumcu geçinen bütün partileri, salt İkinci Paylaşım Savaşı’nda değil,20.yüzyılın sonunda olduğu üzere içinde yaşadığımız 21.yüzyılın başında da Batı’nın dünyayı talan etmesine karşı tavır göstermemekte ve sömürüye ortak olmaya devam etmektedirler. Afrika, Ortadoğu, Afganistan’da milyonlarca insanın ileri(!) savaş aygıtları ile öldürülmesine, yine milyonlarca insanın açlıktan ölümüne seyirci kalanlar arasında onlar da yok mudur?
Kısaca şu söylenebilir;Dünyada uluslararası ve buna bağlı olarak sınıfsal sömürü, en az eskisi kadar, hatta daha ileri düzeyde varlığını sürdürmeye devem ediyor.
Emperyalizm savaş sanayisi ile ayakta kalabiliyor. Bu nedenle her yerde savaş çıkartıyor, uygarlıkları ortadan kaldırıyor.
Uygar geçinen Batı’nın başka çaresi kalmadı. Ancak, Batı’nın emekçileri ve ilerici(!) siyasi örgütleri, Galiyev’in söylediği gibi emperyalistlerin işlediği bu suçları, dünya sömürüsünden pay aldıkları için görmezlikten geliyorlar, açıkça suçu paylaşıyorlar.
Bu nedenle,merkez ülkelerindeki kapitalist ekonominin,gelecekte de daha fazla adalet ve özgürlük getirmesinin olası olamadığı gözlemleniyor.Ancak kapitalizmin kendiliğinden, otomatik olarak ortadan kalkması söz konusu değil.
Bununla birlikte içinde bulunduğumuz durum kötüleşmeye devam ettikçe,sınıf mücadelesi yanında çevre ülkelerinden yükselen muhalefetin genişlemesi ve güçlenmesi kaçınılmaz bir şekilde ortaya çıkacaktır.Ancak bu muhalefetin gelecekte nasıl şekilleneceği ya da etkisinin ilerici mi yoksa gerici mi olacağını şu andan kestirmek de olası değil gibi gözüküyor.
Geleceğin daha fazla adalet ve özgürlük getirmesini sağlayaması için , bunu talep eden güçlü sosyal ve siyasal hareketlerin, akımların olması ve de bunların egemen siyasi ve ekonomik elitleri taviz vermeye zorlamaları gerekiyor.
Aksi takdirde,yaşanmakta olan halk sağlığı krizi ve bununla birlikte gelişecek ekonomik kriz, otoriter iktidarların daha da güçlenmesini, bir başka deyişle otoriter konsolidasyon olasılığını yaratabilir.
Azim ve Karar, 26 Haziran 2020.