Ceyhun Balcı
Genel kanı 24 Temmuz’un Türk tarihinin karanlık bir sayfası olduğu yönünde. Ayasofya kararı kuşkusuz yersiz ve gereksiz. 24 Temmuz’a rastlatılması ayrı bir olumsuzluk.
Bu ve benzeri rastlatma ve karşılıklandırmalar tarih boyunca görülmüş. Bununbir tür öç alma yöntemine dönüştüğü de söylenebilir.
Karşı kıyıdan gelenlerlebizim yakadakiler arasında geçen Truva Savaşı binlerce yıl geride kalsa da her fırsatta anımsanmış!
Fatih’in at üzerinde İstanbul’a girerken “Hektor’un öcünü aldım!” dediği söylenir. Doğru olma olasılığı yüksektir. Fatih’in entelektüel ve kültürel derinliği şimdilerde onun üzerinden kendi hedeflerine yönelik yol aldıklarını sananlarla karşılaştırılamayacak denli fazladır.
Fatih’in atla İstanbul’a girişi 466 yıl sonra karşılık bulmuştur. İstanbul işgal edilmişken Fransız generald’Esperay at üstünde görüntü verme gereği duymuştur. Bu canlandırmada Fatih’e gönderme olduğu kuşkusuzdur. Takvim yaprağında 8 Şubat yazılıydı Fransız generalin gövde gösterisi yaptığı gün. Hatta, bir gün sonrasının Hadisat gazetesindeki Süleyman Nazif imzalı “Kara Bir Gün” başlıklı yazı bu olaya ilişkindi.
Bilinse de üzerinde durulmayan bir ayrıntı olabilir. Birinci paylaşım savaşından yenik çıkan ve toprakları paylaşıma açılan Osmanlı’ya Mondros Antlaşması İngiliz zırhlısı Agamemnon’daimzalatılmıştır. Bir kez daha binlerce yıl geriye gidilmiş ve Fatih’in sözlerinin geçersizleştirilmesi amaçlanmıştır. Yeri gelmişken Osmanlıcılara anımsatmış olalım! Yerlere göklere sığdıramadıkları son Osmanlı sultanı VI. Mehmet Vahdettin Milli Mücadele başarıya ulaşıp da tahtını yitireceği kesinleşince İngiliz savaş gemisi Malaya ile kaçmıştır vatanından. Böylece, Milli Mücadele’ye destek olmak şöyle dursun tarih üzerinden yürütülen atışmanın değirmenine kendi elleriyle su taşımıştır.
Milli Mücadele başarıya ulaştığında Mustafa Kemal’in de “Hektor’un Öcünü Aldım” dediğini yazar kimi kayaklar. Tarihsel olayların bu denli öne çıkartıldığı, öç alma duygusuna aracı edildiği dönemde bu sözleri söylemiş olabilir Mustafa Kemal. Ama, bunun ötesine geçmediği de kesindir.
İzmir’in kurtuluşunun hemen ertesinde ayaklarının altına serilen Yunan bayrağını kaldırtan Mustafa Kemal ne yaptığını bilen, sağduyusundan ve başkalarına saygısından kuşku duyulamayacak soylu bir kişilik olduğunu ortaya koymaktan geri durmamıştır. Kültür temelinde yükselttiği Türkiye Cumhuriyeti’nin Anadolu toprakları üzerindeki tüm kültürlerin kalıtçısı olduğunu Ayasofya’yı müzeleştirerek dünyaya da göstermiş oldu.
24 Temmuz Lozan Günü’dür. Ayasofya’yı camileştirerek dünyaya meydan okuduğunu sananların 24 Temmuz’u seçmeleri kendilerini var eden kurucu düşünceyle kavgalı olduklarını gösterir. Aslında yaptıkları başında bulundukları devletin temeline dinamit koymaktır. Devlet yapısı yıkılırsa herkes altında kalır. Yöneten de, yönetilen de!
Tarihten yapraklar sunduk yazı boyunca!
Her bir karşılık ya da öç alma girişimi farklı devletlerin biribirlerine yönelik eylemleriydi.
24 Temmuz öncekilerden oldukça farklıdır.
Kılıç kuşanan Diyanet İşleri Başkanı bir yandan, devletimizin doruğundaki Cumhurbaşkanı diğer yandan kendi devletlerine savaş açarak tarihte belki de bir ilki yaşama geçirdiler.
Yunan bayrağını çiğnemekten kaçınan, Ayasofya’yı müzeleştirme bilgeliği sergileyen Mustafa Kemal Atatürk muzaffer bir komutandı. On yılı aşkın süre durmadan savaşmış ve sonunda utkuya erişmişti. Savaş alanlarında değil ama başka alanlarında kazanacağı utkuların peşine düşmüştü. Kılıcını kınına çokta yerleştirmişti.
Oysa, bugün Türkiye’yi yönetenlerin ivedilikle utku kazanmaya gereksinimleri var. Boş kaleye gol örneğince Ayasofya kararı bu gereksinimin ürünü. Görkemli bir utku gibi görünse de gerçekte umarsızlığın, ne yapacağını bilemezliğinbir sonucu.
Devletimizin başındakilerin bir an önce uyanmaları ve ülkemizin kurucu değerlerine saldırıdan vazgeçmeleri biricik dileğimiz.
Tersi durumda bu kara günü başkalarının izlemesi kaçınılmaz görünüyor.
Azim ve Karar, 25.07.2020