Ceyhun Balcı
Sevr (Sevres) Paris’in güneybatısında kendi halinde 20 bin nüfuslu bir banliyö. Bizim için önemi nitelikli porselenlerinin de ötesinde kuşkusuz. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda imzalanan Mondros Silah Bırakışması’nı izleyerek yaşananların son noktasıdır Sevr’deki porselen fabrikasında imzalanan antlaşma. 161 sayfa ve 433 maddedir.
Sevr imzalandığında başta İstanbul ve İzmir olmak üzere Anadolu’ya çoktan el konmuştu. Osmanlı Mebusan Meclisi dağıtılmıştı. Bütün bu gelişmelere bakıldığında Sevr’in, imzalandığı 10 Ağustos 1920’ye dek oluşan eylemli durumu yazılı antlaşmaya dönüştürdüğü söylenebilir. Oluşan haritayla Anadolu’daki Türk varlığı 1000 yıl öncesinden de geriye düşmüştür. Denize kıyısı Karadeniz’le sınırlı ve Anadolu bozkırına sıkıştırılmış bir beylik boyutunda sözde devletçiktir yenik Türklere yaraştırılan. Bu karanlık tablodaki tek kazanç(!) padişahın varlığını ve saltanatını korumuş olmasıdır. Son Osmanlı padişahı vatanın başına gelene aldırış etmeksizin kendi kalımını güvence altına alan bu antlaşmaya imza atmaktan kaçınmamıştır. Günümüzde hız kazanan Osmanlıcılık ve padişahçılık anlayışını benimseyenlere özellikle anımsatılmalıdır bu önemli ayrıntı.
Sevr Antlaşması aradan geçen 100 yıla karşın iyi anlaşılmadığı, özümsenmediği ve de anlatılmadığı için Lozan’ın değeri yeterince bilinememiştir demek durumundayız. Son Ayasofya kararını izleyerek ilk namazın takvimde başka gün kalmamış gibi 24 Temmuz’da Lozan gününde kılınacak olması bile Sevr’in belleklerde yeterince yer bulamamış olmasına bağlanmalıdır.
Oysa her fırsatta doğruların yinelenmesinden kaçınılmamış olsa Sevr-Lozan ilişkisi belleklerden bu denli silinmezdi. Lozan’da hiçbir şey elde edilmemiş olsa bile Sevr’in yırtılarak tarihin çöp sepetinde hak ettiği yer bulması başlı başına görkemli bir başarıdır.
Sevr hemen hepimizin bildiği gibi bir siyasi haritaya temel olmuş antlaşmadır. Bu kadarla da kalmaz elbette Sevr’in anlamı! 161 sayfa 433 maddelik bir antlaşmanın biz Türklerce yeterince bilinmiyor oluşu, duyarsızlığa ve aymazlığa neden olmuştur.
Sevr açık ve aşağılayıcı bir paylaşım belgesidir. Sevr’e kadar paylaşım tamamlanmıştır. Sevr’de yapılan, tamamlanmış olan bu paylaşımın yazılı duruma getirilmesidir. Sevr haritasına bakıldığında İstanbul’un topraklarımız dışında kaldığı görülür.
Sevr’le İstanbul’un adı Konstantinopol olarak değiştirilmiştir. Padişah, İstanbul’daki sultan konumunu korur görünmekle birlikte gerçekte hilafet üzerinden Müslümanları denetim altında tutmayı amaçlayan bir kuklaya indirgenmiştir.
Sevr’de haritası çizilen yeni devletçiğin Cemiyeti Akvam’a alınması söz konusu değildir. Dolayısı ile bu yeni oluşum dünyanın bir parçası olarak görülmemiştir. Bağımsız da değildir sultanın (daha doğrusu yayılmacıların) yeni devletçiği.
Boğazlar, İzmir ve Edirne kurulacak komisyonlar eliyle yönetilecektir.
Yeni çizilen sınırlar dışında kalan Türkler bulundukları yerdeki egemen gücün uyruğuna girecekler ve böylece Türk nüfusu zamanla eritilip, yok edilecektir.
Adli kapitülasyonlar aracılığıyla Türklerin hukuksal düzlemdeki hakları geriletilirken azınlıklar için olumlu ayrımcılık güden yeni adalet düzeneği oluşturulacaktır.
Padişahın korunması amaçlı 700 kişilik simgesel bir silahlı güce izin verilirken; yeni devletçiğin toplam askeri gücü, sayısı gereğinde en fazla 50 bine çıkartılabilecek olan 35 bin kişilik jandarma gücünden öteye geçemeyecektir.
Sevr simgesel bir deniz kuvvetine izin verirken hava kuvvetinin adını anmaya gerek bile görmemiştir.
Askersel ve siyasi maddelere odaklananların dikkatlerinden kaçan en önemli noktalardan bir diğeri parasal düzenlemelerdir. Bu yolla ticaret, vergiler, iletişim, deniz ve hava ulaşımı yayılmacılar yararına düzenlenerek kısıtlamalar getirilmesi tasarlanmaktadır. Böylelikle, yeni devletçiğin sonsuza dek zincire vurulması sağlanmış olacaktır.
Günümüzde Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlarının boy hedefine dönüşen Lozan’ı anlatmanın ve kurtarmanın yolu da Sevr’i kavramaktan geçiyor. Sevr’le ilgili bir başka hatamız da Sevr özlemciliğinin sona erdiği yanılsamasıdır.
Bundan 50 yıl önce Sevr yanlısı konferans toplayanlar şimdilerde yöntem değişikliğine gitmiş görünmektedirler. ASALA terörüyle başlayan süreç günümüzde ayrılıkçı teröre evrilmiştir. Diğer yandan, ABD ve AB kaynaklı siyasi dayatmalar da her fırsatta önümüze konmaktadır.
Yüzüncü yılında Sevr’e odaklanmalıdır! Sevr tarihsel akış içinde 100 yıl geride kalmış olsa da farklı kılıklara bürünerek yakınımızda olmayı sürdürmektedir.
Monarşiyi ve hilafeti koruyup kollayan Sevr’e karşı padişahın duyarsız ve aymaz tutumu öne çıkartılmalıdır. Bu onur ve gurur kırıcı tarihsel gerçeklerin sıkça yinelenmesi yeni Osmanlıcılık ve padişahçılıkla baş etmede işe yarayacak en iyi ve kusursuz aygıt olmaya adaydır.
Azim ve Karar, 10.08.2020