Bu yazıda, üzerinde Atatürkçe kafa yoracağım konu şudur: Türk milliyetçiliği; çağı yakalamayı hedeflerken, neden aynı zamanda ulusal kimliği korumayı da şart koşuyor, bunun mantığı ve gerekçesi nelerdir? İkinci olarak, bu durumda ulusal kimliğimizi nasıl koruyacağız?
Önce gerekli tanımları verelim.
Atatürk’e göre Türk Milliyetçiliği “Türk toplumunun kendine özgü karakterini ve bağımsız kimliğini korumaktır. Ancak aynı zamanda ilerleme ve gelişme yolunda bütün çağdaş uluslarla uyum içinde yürümek demektir.” Millete kimliğini kazandıran başlıca bileşenler, millî tarihtir, millî kültür ve Türk dilidir. Konu bu üç unsur açısından ele alınabilir. Ancak biz analizimizi sınırlandırıyor ve konuyu yalnızca “millî kültür” açısından inceliyoruz.
Ulusal (millî) kültür nedir? Yanıt: Bir ülkede ortak olan her şey millî kültürün bir ögesidir: Ortak tarih, ortak dil, ortak idealler, ortak gelenek ve yaratılar, ortak ahlak!… Bir milletin maddî ve manevi sahip olduğu her şey: dili, fikirleri, bilimi, tekniği, ekonomisi, ahlakı, sanatı, edebiyatı, müziği, gelenekleri, mutfağı, giyimi, günlük yaşamı, yerleşim şekil ve araçları… Bütün bunlar milleti oluşturan insanların eseridir ve birlikte yüzyıllar süren ortak yaşam ve çalışmanın ürünleridir.
Ulusal kültür bütün bir tarih boyunca oluşur ve bir milleti millet yapar. Atatürk millî kültürü “Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinden biri olarak”, hatta temeli olarak görür. Bu demektir ki millî kültür elden giderse millet erimeye, silinip yok olmaya başlar, devlet çökmeye yüz tutar.
* * *
Ve insan!… İnsan kaynağı, insan beyni ve emeği bir toplumun en üstün, en değerli, en verimli kaynağıdır. Diğer tüm kaynakların motorudur. Sermayeden de doğal kaynaklardan da kat kat önemlidir. Hiç israf edilmeden, en yüksek derecede değerlendirilmesi gerekir. Bu da ülkede çalışma imkânlarının var ve geniş olmasına bağlıdır. Bir diğer koşul da -Türk milliyetçiliğinin tanımladığı şekilde- millî kimliğin korunmasıdır. Bu koruma kimliğin geliştirilmesini de içerir.
Biliyoruz ki, Türk Devrimi insanımızın aklını özgürleştirmiş, yaratıcılığını gerçekleştirmesinin önünü açmıştır. Bu, Türk kültürünün en büyük kazancı olmuştur. Türk insanı, özgürleşen aklı ve yetenekleriyle çağdaş yapıtlar ortaya koymaya başlamış, ulusal kültüre hayatiyet kazandırmıştır.
Ne var ki, tam da bu noktada sinsi bir engel bulunuyor ki her şeyi bozabilir. Türk milliyetçiliği işte bu engeli hesaba katarak, “ulusal kimliği koruma” koşulunu ileri sürüyor. Tehlike şudur: Çağı yakalama hedefi; daha ileri düzeyde olan yabancı bir kültürden faydalanmayı, bazı çağdaş değerlerin alınmasını gerektirecektir. Bu alım (ithal) sürekli ve hep taklit şeklinde olursa, son derecede sakıncalıdır. Çünkü millî kültüre çok büyük zararlar verecektir. İşte bu gerekçeyledir ki tanımın ikinci kısmında “ulusal kimliği koruma” şartı konularak sakıncanın önü kesiliyor.
* * *
Yukarda dedim ki, dışardan değer transferi (ithalatı), sürekli, olduğu gibi, taklit şeklinde olmamalıdır. Neden? Şundan dolayı: Taklit etme durumunda pek çok şey dışardan, hazır gelecektir. Çağa uyum sağlama süreci; devamlı bir değer, fikir ve araç ithali şeklini aldığından, insanımızın çalışma alanı daralacak, yaratıcılığının önü kesilecektir. Oysa çalışmak, çok çalışmak lazımdır. Çalışmak zekâyı, yetenekleri, bedensel güçleri ortaya çıkarır, geliştirir; ahlakça olgunlaşma imkânı sağlar. Kadın, erkek, genç, insanlarımıza mutlaka geniş çalışma alanları açılmalıdır. Onları kendi kültürlerine yönelerek yaratmada, icat ve keşif yapmakta serbest bırakmalı, teşvik etmelidir.
Eğer Milliyetçiliğin “ulusal kimliği koruma” koşuluna uyulmazsa, toplum bu olağanüstü imkân ve değerlerden yoksun kalacaktır. Ulusal kültür, işlenmezse yozlaşır, güdükleşir, işe yaramaz hale gelir. Toplum büyük verimler ve gönenç imkânlarından yoksun kalır. İnsanlarımızın son derecede önemli olan mevcut ve potansiyel yetenekleri zayıflamaya ve dumura uğramaya başlar. Yeni kuşaklar tembel ve niteliksiz, idealsiz yetişir. Çünkü çalışamayacaklardır, yaratıcı olmalarının önü kesilmiştir. Bunun sebebi nedir? Değer, fikir ve araç olarak birçok şeyin sürekli olarak yabancı kültürlerden alınmasıdır. İthalat ulusal kültürü soluksuz bırakmamalıdır.
Örnek vereyim: Osmanlının yüzyıllar süren Arap kültürü taklitçiliği nedeniyle insanımızın kendi aklını ve yeteneklerini kullanması, özünü gerçekleştirmesi engellenmiştir. Bugünkü Türkiye de ne yazık ki, aşağı yukarı aynı durumdadır. Daha da şiddetli olarak Batı’nın saldırısı vardır. Her türlü emperyalizm, ülkeleri, örneğin Türkiye’yi insanların düşünmesini ve çalışmasını engelleyerek sömürmektedir.
* * *
Peki, bu tutsaklık ve kısırlığın önüne nasıl geçilebilir?
İnsanlarımız bir kütle halinde, dışardan alınan yeni çağdaş değerlerle veya bunları işleyerek kendi kültürlerine yeni bir şeyler ekleme seferberliği içinde olmalıdır. Yeni bir fikir, yeni buluş veya bir teknik, ekonomide ses getiren bir başarı, edebiyatta yeni bir çığır… gibi özgün yaratılar ortaya koymalıdır.
Bu zor ve imkânsız değildir, yeter ki kadın ve erkek bütün insanlarımıza küçük yaşlardan itibaren bu bilinç aşılansın, çalışma alanları açılsın; bu büyük ulusal hedef yönünde teşvik görsünler.